Kişinin yalnızlığına ihanet etmesi, kendine ihanet etmesi demektir.
Ve yalnızlığına ihanet etmek son derece tehlikeli olabilir... Hüzünleri boğmak, yalnızlığı sarmak için dışımızda bir başka nokta ararız: korku ve kaygı hakimdir... Dostlukta ve sevgide cesaret aramanın patolojik hiçbir tarafı yoktur. Hatta bazılarına göre bunun tam sağlığın bir tezahürü olduğunu bile söylenebilinir. Bununla birlikte, başka bir şeyden bahsediyorum; kişinin varlığını içsel bir merkez etrafında temellendirme konusundaki tamamen beceriksizliğinden ve kişinin boşluğunu her zaman dış referans noktalarıyla (başkaları, iş, uyuşturucu, sex ve diğer 'bağımlılık' biçimleri) ile doldurma durumundan bahsediyorum. Bu yaşam tarzının alt üst ettiği ihanet iki yönlü olarak karakterize edilir: Birincisi, içimizdeki çığlık ihanete uğruyor, tıpkı duyulmamış bir çocuk gibi acıyla bize bir şeyler anlatmaya çalışan çığlık; ikincisi, bizi biraz olsun sevgi ile "doldurmak" için başvurduğumuz diğer insanlara ihanet edilir: bu durumda aslında bizim için ilginç olan, diğerinin insanlığıyla değil, bizi "varlık" performansı ile ne kadar sevindirebilmesidir. Ne yazık ki; bu durumda yapılan tek şey, üzüntüyü gürültüyle bastırmak, kendi üzüntümüzü, üzüntümüzün değerini yok saymaktır.