Metin Uca, ölüsüyle yobazları kudurtmuş yine. Gömülmeyip yakılmayı vasiyet edince sosyal medyada kendisine yapılan hakaretler diz boyu. Metin Uca zekiydi, espriliydi, toplumcu bir Atatürkçüydü. Vakti zamanında TV'ler bile tahammül edemedi ona. Gün geldi yüzü falçatayla kesildi, gün geldi bir gericinin şikayetiyle sözde halkı kin ve düşmanlığa tahrik ediyor gerekçesiyle gözaltına alındı. Yakılması, gömülmesi elbette beni ilgilendirmez, çünkü bir insanı değerlendirirken odak noktam inanç ve inançsızlığı olmuyor.

Fakat laik bir devlet kağıt üzerinde ya bizde, zaten toplumsal anlamda pek çok yerde laiklik önemsenmiyor. Ben, dün bu önemsenmeyişi Sarıyer-Beşiktaş minibüsünde bir daha yaşadım. Arka sırada oturan iki sıkmabaşlı kadının soluna oturduğumda birkaç saniye içinde oflamalarını ve poflamalarını duydum. Arka koltuğa oturalı henüz bir dakika olmamıştı ki, yanımda oturan sıkmabaşlı kadın elime koluma hakim olmamı söyleyince derhal elime koluma baktım: İstifimi bozmadan yerinde kalan ve Bakırköy'deki "Düşünen Adam" heykeli gibi duran bir haldeydim. Ardından 2-3 saniye içinde bacaklarıma ayrıca baktım ve yanımdaki kadınla en az 10-15 santim olduğunu gördüm. Olur ya, farkında olmadan kadıncağızı rahatsız etmişimdir. Sonra bana yüksek sesle ve sinirli bir şekilde iftira atan kadının yüzüne doğru baktım: Mutsuz, nemrut bir tip gördüm. Ki yalancı oluşu cabası. Yanındaki arkadaşı deseniz, o da ayrı bir somurtkan. Hal böyle olunca bu kirli yalan için sert çıktım kadınlara. Ses tonum da istenmeden yükseldi. Neyse ki, konu kapandı ve kısa sürede sustuk. Tabi minibüste kadına inananlar tarafından dayak da yiyebilir insan, hatta densizin teki tarafından öldürülebilir. Bu da bir ihtimal. Ne de olsa ülke böyle cinayetlerle dolu.

Özetle, minibüsteki kadın için benim tek kişilik yer kalan arka koltuğa oturmam sorun oldu. Laik yetişmeyen, laik olamayan kadınla-erkeği yan yana görmek istemez. Bunu da fırsatını bulduğu her an açığa çıkarır. Bu kadın da yanındaki arkadaşından cesaret aldı ve din üzerinden bir acındırma taktiği uygulamak istedi. Devletin din devleti olmadığını bilmeyen, laik devlet işine gelmeyen tipler tıpkı minibüsteki o kadın gibi kendi inançları üzerinden toplumda her an bir huzursuzluk yaratma potansiyeline sahiptir. Hukuk vatandaşı koruyacak desek, bugün cumhurbaşkanının yaşadığı Saray kaçak olup hukuksuz, koskoca cumhurbaşkanının geldiği mevki zaten anayasaya aykırı ayrı bir hukuksuz diye düşünüyor insan. Devletin en önemli belgesi olan anayasanın mahkemesi bile artık işlevsiz. Bakın en üst mahkemeden bahsediyoruz! Dahası, yeni bir anayasa bekliyor bizi. Yani Şeriata gidilen yolda, emek ve vicdan düşmanı yeni bir adım. Sağ olsun, attığı oylarla vatandaş o yetkiyi laikliği ve emeği umursamayan vekillere verdi sayılır.

Dün minibüsün arka koltuğuna oturduğumda Metin Uca henüz ölmemişti. Yakılması ve Boğaz'a küllerinin serpilme arzusu da laiklik düşmanları tarafından sosyal medyada gündem yapılmamıştı. Ancak, Yıldız Kenter gibi 81 yaşında tiyatro sahnesinde amuda kalkıp yaşama sevinciyle dolu olan bir devlet sanatçımız öldüğünde tıpkı Metin Uca gibi yakılmak istemişti. Dünyaca ünlü soprano olan Leyla Gencer ise İtalya'da öldüğünde vasiyeti üzerine yakıldı ve külleri Zeynep Oral, Şule Soysal, Melahat Behlil tarafından Boğaziçi'ne serpildi. Kalabalıklaşan dünyada fazla yer kaplamamak, doğada etin çürüyüp gitmesini istemeyip kül olup yok olmayı tercih etmek bir insanın en doğal hakkı. Hele ki, Can Yücel'in Datça'daki mezarına olan saldırılar gelince akıllara bu istek daha anlamlı oluyor. Öyle ya, idamda bile mahkuma son arzusunu sorarlar. Gelgelelim, diriye saygısı olmayanın ölüye nasıl saygısı olsun!

Korkum şudur: Bilimden geri kalanlar ve vicdanı olmayanlar çoğalırsa medeniyete ulaşıp uygarca yaşamak mümkün değildir. Laikliğin temelinde bilim ve vicdan vardır. Öldükten sonra yakılmak isteyen 3 uygar insandan örnek verdim. Bu yüzden minibüsteki yalancı bir gericiyle aynı toplumda yaşamaktansa Metin Uca gibilerle ölmeyi tercih ederim. Mesele yakılmak ya da gömülmek değil, düzgün yaşamak.