"Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz"

İlahiyatçı yazar Mustafa İslamoğlu katıldığı bir televizyon programında sarfetti bu cümleyi.

"Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz" Bu ifade için ciltler dolusu kitap yazılabilir.

Sayın profesöre bu cümleyi kurduran saik ne olabilirdi?Herhangi bir sivil toplum örgütünün lideri, akademisyen, siyasi parti mensubu, cemaat üyesi, tarikatçı...velhasıl herkes bu cümleyi kurabilir. İçinde bulunduğu kurumlara veya birlikte olduğu insanlara karşı yaşadığı hayal kırıklığını ifade etmek, boşa kürek çektiğini, ömrünü heder ettiğini ve inandığı değerlere, sisteme olan güvenini yitirdiğini ifade etmek anlamında.

Mustafa Bey İslamcı camianın İslamı temsil keyfiyetindeki zafiyetine, samimiyetsizliğine dikkat çekmek istemiş, yaşadığı hayal kırıklığını bu sözle ifade etmiş olabilir diye düşünüyorum.

Nasıl hayal kırıklığı yaşamasın ki? Müslümanların ve İslam kanaat önderlerinin yaşantılarına bakıp sükut-u hayale uğramamak mümkün mü?

Bir anlamda hepimizin hislerine de tercüman olmuş oldu sayın İslamoğlu.                                                                                     

Bence bu cümle, İslamcılık anlayışının tükenişinin de bir itirafıdır.

Sosyal, siyasal, ekonomik hatta psikolojik olarak da insanlığa bir çare olmadığının itirafı...

Bu sonucun, bizzat bu fikrin savunucusu bir akademisyen tarafından ortaya konmasına çok önem atfediyorum.

Naçizane benim bu konudaki kanaatimi beni tanıyanlar bilirler. Konunun tarihi, felsefi ve ideolojik boyutunu bir yana bırakarak ifade edebilirim ki İslamcılık; İslama yapılmış bir hakarettir. Hatta İHANETTİR.

Siz hiç günümüzde barışı, sevgiyi, hoşgörüyü, tevazuu, adaleti, merhameti, hayatına hayat edinmiş bir İslamcı gördünüz mü?

Bir bakın çevrenize. İslamcı olduğunu iddia edenlerin birbirleriyle sürekli kavga eden, kendinden olmayanı ötekileştiren, helal ve harama dikkat etmeyen, ağzından galiz küfürler saçan, kin ve öfkenin ruhlarını esir almış insan kalabalıkları olduğunu göreceksiniz.

Oysa insanı sadece insan olduğu için sevmeyi, hangi inançtan anlayıştan olursa olsun hoşgörü ile beşeri münasebetleri geliştirmeyi ve gönüller kazanmayı öğütlemiyor mu dinimiz İslam?

Yardımlaşmayı, dayanışmayı, dünya hayatının zorluklarını birlikte göğüslemeyi...Yani emrolunduğu gibi, elif gibi dosdoğru yaşamayı, inandığımız değerleri hakkıyla temsil etmeyi...

Tebliğin de esası, usulü bu değil midir?

"Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz, kolaylaştırınız zorlaştırmayınız" diyen İslam peygamberinin hilafına, İslamcı geçinenlerin yaşayışları, tavırları, insanları İslamdan kurandan uzaklaştırıyor maalesef.

İnsanların son yıllardaki Ateizm ve Deizme yönelmeleri de bu olumsuz intibanın eseridir ne yazık ki.                                 

Ateizmi ve Deizmi olumlamıyorum elbette. Ancak özeliklede gençler ateizme deizme yönelmesin de ne yapsın? Onlara örnek teşkil edecek, numuneyi misal bir insan veya bir kurum var mı gösterebileceğimiz?

Siz hiç peygamberlerin fakirliğinden,fakirlerin cennete gideceğinden, hatta fakirlerin efendimize komşu olacağından bahseden aynı zamanda kendisi de fakir olan, cemaat önderi, tarikat lideri veya İslam kanaat önderi gördünüz mü hiç?

Yine şehadet mertebesinin ne kadar kutsal ne kadar mübarek olduğunu anlatıp çocuklarını askere veya çatışma bölgelerine gönderen siyasal İslamcı gördünüz mü?

Ben, bol sulu çorbaya kaşık sallayan şeyh, hoca, tarikat veya cemaat önderine rastlamadım.

Aksine insanlara yaşadıkları fakirliğe ve yoksulluğa sabretmelerini, hallerine şükretmelerini öğütleyenlerin çoğu, konaklarda, villalarda yaşıyor, lüks arabalara biniyor, ikişer üçer maaş alıyorlar. Hem de milyar milyar.

Daha da ötesi insanların dini duygularını istismar eden, başkalarına ahlak dersi veren İslamcı zevatın hiç işe dahi gitmeden bankamatikten maaş çektiklerini de okuyor, şahit oluyoruz. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Konunun siyasiler boyutuna girmek bile istemiyorum. Ancak kuran okuyan liderlerin nasıl her gün yalan konuştuklarına, gıybet ettiklerine, yolsuzluk ve usülsüzlüklere karıştıklarına, ihale komisyonculuğu yaptıklarına, rüşvet aldıklarına, halk asgari ücretle hayatta kalma mücadelesi verirken, karda kışta, soğukta yağmurda ucuz ekmek kuyruklarında it gibi titrerken, lüks ve şatafat içinde yaşadıklarına şahit oluyoruz.

Yine dini kisveli başkanların, vekillerin, siyasi parti temsilcisi zevatın burs adı altında trilyon trilyon nasıl yetim hakkı yediklerine...Üçer beşer maaş alan / veren yönetici ve bürokratlara...

Parayı bulan sonradan görme siyasal İslamcı zübüklerin nasıl kadın ve kızlarla düşüp kalktıklarına... Lüks arabalarda kokain çektiklerine şahit oluyor ve inancımız adına kahroluyoruz.

Tevekkeli boşuna seçim meydanlarında, biz kaybedersek KABE düşer, KUDÜS düşer, diye yırtınmıyorlarmış.

Ne KABE, ne de KUDÜS kimsenin umurunda bile değilmiş aslında.

Kazandıklarını kaybetmemek için bir taraflarını yırtıyor, dini ve dini değerleri de hoyratça sömürüyorlarmış anlayacağınız.

Oysa Hz. Ömer adaletinden bahsediyor, haktan hukuktan dem vuruyorlar her konuşmalarında.

İşin sosyolojik boyutuna gelince İslam fikri siyasisi, sanıldığı gibi çok da matah bir şey olmadığını görürsünüz. Birleştirici, bütünleştirici, insanlığa umut veren bir sistem olmadı olamadı. Bunun en güzel ispatı, 56 - 57 İslam ülkesinin varlığından bahsedilir ancak bu ülkelerin dünya siyasetinde hiçbir etkileri ağırlıkları yoktur maalesef.

Bırakın dünya siyasetinde söz sahibi olmayı, dünyaya nizam getirmeyi, kendi içlerinde bile birlik ve beraberlik sağlayamamış, cehaleti aşamamış, Allah'ın dinini kendi ülkelerinde dahi hakim kılamamışlardır.

Bununla birlikte cemaatler, tarikatlar, mezhepler, dini kurumlar olarak bilinir. Fakat bu kurumlar bile birbirleriyle savaşmaktan kavga etmekten, birbirlerini boğazlamaktan başka yaptıkları bir şey yoktur.

Şu haliyle İslamcılık anlayışı ve onun temsilcisi olduğunu iddia edenler, insanlığın ihtiyacı olan huzuru, barışı, sevgiyi ve adaleti tesis etmek gibi bir misyondan fersah fersah uzaklar.

Dünya coğrafyasına baktığınızda İslam ülkelerinin bilimden, fenden, sanattan, teknik ve teknolojiden uzak olduğunu, hemen hemen her alanda gelişmiş emperyal ülkelerin hegemonyasında olduklarını görürsünüz.

Yani insanlık alemine herhangi bir değer kazandıramamışlardır.

Buna mukabil Müslümanların açlıkla, cehaletle, sefaletle, iç savaş ve karışıklıkla, terörle anıldığını görüyoruz.

Anlayacağınız İslamcı bir akademisyen olan Mustafa İslamoğlu'nun yaşadığı hayal kırıklığını bütün bir ümmet olarak yaşıyor ve ben de kendi adıma hicap duyuyorum. Kuşkusuz bu olumsuzlukların bizatihi İslam dininden kaynaklanmadığını hepimiz biliyoruz.

Sorun, kendini İslam'ın yegane temsilcisi olduğuna inanan kurum ve şahıslarla ilgilidir.

İslam dini her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir.

Yukarıda yaptığım değerlendirmeler ve tespitlerim ışığında ben de bir çürük ipliğe hülya dizmişiz’ ifadesine farklı bir anlam yüklemek istiyor ve diyorum ki, Yüce Allah’ın nazarında bir sinek kanadı kadar değeri olmayan bu fani dünya hayatına bel bağlamayalım.

Bel bağlayıp kimseyi kırmayalım. Hiç ölmeyecekmiş gibi mala mülke tamah edip kimseyi incitmeyelim.

Makamın, şan ve şöhretin büyüsüne kapılıp insanlığımızdan çıkmayalım.

İnsan olmak ve ahlaklı yaşamak için herhangi bir ideolojiye, siyasi anlayışa köle olmak gerekmez.

Biz de yanılıp bir çürük ipliğe hülya dizmeyelim” vesselam.

Yorgun kalbimle bu seferlik bu kadarla iktifa edelim. Bu aralar tedavi sürecim biraz ağır seyrediyor. Dualarınızı talep ediyor sizleri Allaha emanet ediyorum.

Kalın sağlıcakla.