Ne büyük emekler verilmiş değil mi Beykoz’da? 1960’lardan itibaren Karadeniz’den göçerek İstanbul gibi büyük bir metropole, büyük umutlarla gelen insanlarımız, Beykoz’a da İstanbul kadar büyük umutlarla yerleşmişler. Ne kadar çok Beykozluyu da kaybetmişiz, toprağın altına koymuşuz. Bugün, o elleri nasırlı ve yüzü hâlâ cam ocağının sıcaklığında, mezarda olan Paşabahçe Işçileri’nin emekli maaşıyla alınan ‘akıllı telefonları’ kullanan gençler, acaba ne kadar Oleybet farkındalar geçmişte çekilen eziyetlerin?

Hani, aracınızla sokaklarında dolaşıyorsunuz ya Beykoz’un? Yeşil, mavi ve beyaz evlerin arasından geçiyorsunuz. Daracık sokaklarından şikayet ediyorsunuz. Hani, bayır aşağı ve bayır yukarı çıkarken dik Beykoz sokaklarından, arabanızın zorlanmasına acıyor ve belki okkalı bir küfür savuruyorsunuz ya gökyüzüne? Etmeyin. Arabanıza bile acıdığınız o dik sokaklardan, kar demeden kış demeden binlerce, onbinlerce Beykozlu inip çıkmıştı yıllar önce. Sizin gözünüzden bile sakındığınız aracınızın 400 beygir gücündeki motoru bile öksürürken, tek bir ‘of’ demeden, inandığı Allah’a ve yardımına sığınmış onbilerce Beykozlu, o bayırlardan dizleri kireçlenene kadar inip çıkmıştı.

Belki Beykoz’a yeni gelen ve tarihini bilmeyen bir kişi için ‘bedavaya üstüne konulan yer’dir burası, değil mi? Oysa Kastamonu’dan Giresun’dan ve Trabzon’dan ne altınlar gelmiştir; kimse bilmez. “Allah hayırlı etsin” denilerek, gelinin kollarına, gerdanına takılan ve sonra da çeyiz sandığının en dibinde yıllarca saklanan altınlar, umutla gelinen Beykoz’da sahip olunan ‘ilk evin’ peşinatı olmuştur. Yazın 30 derece sıcaklığı görünce ‘öf-püf daraldım artık’ diye burun kıvıranlar, 50 derecelik sıcaklıkta bile cam odağında “Ya sabır” çekip; yeni doğmuş çocuğunun gelecekte okuyacağını, büyük adam olacağını düşünen eli öpülesi babaların hislerini asla anlayamazlar. Cebinde 5 kuruş bile yokken, evrendeki tüm zevklerden  evlatları için vazgeçmiş Cam Ocağı İşçileri, evlerinin tapusunu almanın hayaliyle yıllarca ayakkabı eskitmişlerdir.

Bugün, o asil Karadeniz kökenli Beykozlunun torunları, sabahın ışığı henüz doğmadan yollara düşüyorlar. Dedelerinin, babalarının uğrunda sağlığını kaybettikleri tapulu evlerinden 6’da 6 buçukta çıkıp, yollara düşüyorlar. Kimisi Erenköy’e Bostancı’ya Maltepe’ye gidiyor; kimisi Topkapı’ya Merter’e doğru yol alıyor. Otobüslerde görüyorsunuz o Beykozluları ama onlar sizi asla görmüyor. Çünkü erkek olsun, kız olsun; aldığı terbiye gereği hep başı önde yürüyorlar. Asla ve kat’a kimseyi rahatsız etmiyorlar. Aşırılık, taşkınlık yapmıyorlar. Dedikoduyla, dalavereyle asla işleri yok. Kimseye el açmıyorlar,  kimseden medet ummuyorlar. Beykoz’un Kaymakamı da Belediye Başkanı da Halkı da hepimiz de bugün, o eli öpülesi Cam İşcilerinin, Kundura İşcilerinin ekmeğini yiyoruz.

Bu nedenle A’dan Z’ye hepimiz, bıkmadan usanmadan geçmişte verilen emeği tekrar etmeliyiz. Beykoz’a yeni gelmiş Devlet memurlarına geçmişte yaşanılanları daha iyi anlatmalıyız. Beykoz’da bize bırakılan her bir tuğlanın, her bir yaprağın kıymetini daha çok kavramalıyız.

Yüce Allah’ın yaşamı sırasında cehennem sıcağına maruz kalmış; çalmamış çırpmamış, tek bir canlının canını yakmamış Beykozlulari ahirette muhabbetle karşılaşacağı çok açıktır. O halde bizim de aynı muhabbete erişmek için bir şeyler yapmamız gerekmektedir. Toprak altındaki Beykozluların kemikleri sızlasın istemiyorsak, Allah aşkına şu Tüketim Evi mağazalarını Devlet töreniyle açmayalım derim.

Onu da yapamıyorsak en azından bugün bile dedelerinin izinden gidip, Beykoz dışında iş tutan torunlarına Kavacık Meydan’da sabahları bir tas çorba ikram etmeliyiz. Bunu oy için çıkar için değil ha, geçmişte yaşananların anısına yapıvermeliyiz.

Onlar, bu dünyada da ahirette de övgülerin en büyüğünü hallediyorlar. Bonzai içen çocukla, dedesinin izinden gidip çalışan, üreten çocuk arasında dağlar kadar fark var. Aynı şekilde, sokak sokak dolaşıp Beykozluları kandıran ve evlerini 3 kuruşa sattırıp, cebine 5 kuruş koyan kır saçlı meymenetsiz suratlı tiplerle, mahallesini ve komşusunu düşünen, onunla ekmeğini bölüşen insanlar arasında da fark var. Hem de büyük fark var.
Editör: TE Bilisim