Bu yılın mayıs ayında Beykoz'un Çamlıbahçe mahallesinde bir cinayet gerçekleşti. 40 yaşındaki iki çocuk annesi bir kadın kendisine sarkıntılık yaptığını iddia ettiği 50 yaşındaki komşusunu eşine şikayet etti. Bunun üzerine kadının eşi birkaç yakını ile beraber pompalı tüfeği eşliğinde sarkıntılık yaptığı iddia edilen komşusunun evinin önüne gitti. Sarkıntılığa maruz kaldığını iddia eden kadın ise bu sıralarda silahlı eşinin ve yakınlarının yanındaydı. Daha sonra çıkan tartışmada sarkıntılık yaptığı iddia edilen 50 yaşındaki komşu evinin önüne gelen silahlı kalabalığa rastgele ateş açmaya başladı. O esnada söylentiye göre eşini korumak için kurşunların önüne atılan genç kadın ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. Ailelerin arasında daha önceden husumet olduğu da söylentiler arasındaydı. Olayın ardından tutuklanan katilin iddialarına göre ölen kadınla kendisi arasında 3-4 yıllık bir ilişki vardı. Sonuç olarak, iki tarafta olan silahları ve ortada kalan bir kadının gerçekleşen ölümünü öğrendik. Bu sözde namus olayı, daha doğrusu Cem Karaca'nın tabiriyle "Namus Belası" olayı bizdeki insan hayatının ucuzluğuna güzel bir örnektir. Özellikle cinsellik üzerinden kutsallaştırılan namus kavramının bireye ve topluma olan olumsuz etkisi insanı bazen böyle basitçe hayattan alır ya da insana hayatı zindan eder.

Bir kere, ölen kadın açısından şikayeti silahı olan eşine yapması hatadır. Elinizde kanıt varsa veya bir kanıt olacağını düşünürseniz şikayeti Beykoz'da 3 tane bulunan polis amirliklerinden birine yapsanız, dahası Beykoz'daki savcılığa dilekçe ile suç duyurusunda bulunsanız sarkıntılığın bu ülkede 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası vardır. Tamam, hukuk her zaman doğru işlemese de yine de böyle durumlarda hiç olmazsa hukuk devletinin bir adı vardır. Kaldı ki, yardım isteyip akıl danışmak için artık pek çok yerde kadın dernekleri vardır. Örneğin, Beykoz'da köklü bir kurum olan Türk Kadınlar Birliği vardır. Bu dernek cinayetin işlendiği Çamlıbahçe'den Beykoz'un merkezine yürüme mesafesindedir. Es geçmeden, büyüğümdür, yakınımdır diye kutsallaştırılan kişilere akıl danışmak ise başka bir hata olur. Hem, büyükler ve yakınlar neden kutsal olsun ki? Hele ki, danışılacak olan konuda yanlış yönlendirme yapacaklarsa! Açıkçası, kim birini aklın ve bilimin ışığında yetiştirip ona iyilik yapmışsa bu noktada iyilik görenler kendilerine karşı iyilik yapanlara karşı vefalı olabilirler, o kadar. Fakat eğitimsiz olmak, toplum ne der anlayışı ile yaşamak, aşağılık kompleksi ya da yersiz korunma hamleleri insana silah da taşıtır, cinayet de işletir, aynı zamanda cinayete davetiye de çıkarır. Ucuz bir ölüm, ucuz bir katillik, ucuz bir kahramanlık ve olası bir aldatma içeren bu olayın içinde yer alanların yakınları şimdi elbette acılıdır.

Gelgelelim, bu cinayetin temelinde en başta geri kalmış muhafazakar toplumların cinsellikle şekillenen namus anlayışını kutsallaştırmış olmasının etkisi vardır. Ölen kadının eşi eşine sarkıntılık yapıldığı konusunda yakınlarıyla birlikte gayet emindir. Ne de olsa kadının eşi ve yakınları şartlar uygun olsa bile mağdur olduğu iddia edilen kadını medeni bir şekilde hukukla değil, ilkel bir şekilde silahla korumalıdır! Ölen kadın ise mağdur olduğu iddiasını kocasına anlatırken olaya birkaç yakınını da ister istemez karıştırarak fitili iyice ateşlemiştir. O da eşinin ve ailesinin gururunu (!) ya da mağduriyet yaşasa da kendi olası suçunu örtbas etmeyi itibarının ve aynı zamanda evliliği ile can güvenliğinin sürmesi için düşünmektedir! Katil deseniz, ya sarkıntılık iddialarını kabul etmek istememiş ya da karşılıklı gönül rızası ile sürdürdüğü yasak ilişki bilinsin istememiştir! Aslında cinayete giden bu olayda erkek egemen toplumun ve mahalle baskısı denilen kavramın payı çok büyüktür.

Belki de aldatıldığını dahi bilmeyen ve karısı öldürülmeden önce yanına aldığı silahla komşusunun evinin önüne birkaç yakını ile gidip haneye tecavüz girişiminde bulunarak hayatları ateşe atan kocanın eşinin ölümünden kısa bir süre sonra 17 yaşındaki öz kızına cinsel saldırıda bulunmaya başladığı ise bizzat kızı tarafından sosyal medya üzerinden kadın dayanışma ağlarından birine bildirildi. Ardından bu mağdur ve akıllı kız evinden alınarak polis korumasına girdi ve babasından şikayetçi oldu. Baba ise ağustos ayında cinsel istismar denen suçtan tutuklandı. Hiç şüphesiz, bu durum bilim ve teknolojinin armağanı olan özgürlükçü sosyal medyanın, duyarlı sivil toplumun ve hukuk devletinin insana olan katkısıdır. Bakın, sözde namusunu, yani eşini korumak için komşusunun evine yakınlarını peşine takıp silahla giden tipik bir namus bekçisinin cinayetin ardından öksüz kalan ve reşit olmayan öz kızına cinsel saldırıda bulunacak kadar tehlikeli olması cinsellik üzerinden değerlendirdiği namus kavramına aslında kendisinin ne kadar yabancı olduğunun kanıtıdır. Zaten genelde öyle değil midir, gerici toplumlarda namusu ya da dini referans göstererek kadınları bağnaz bir cinsellik üzerinden aşağılayanlar zavallı kadınlara ve savunmasız çocuklara sinsice sarkma ve tecavüz etme konusunda çoğu zaman başı çekerler. Neyse ki, mağdur kıza Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği sahip çıktı. Geçtiğimiz perşembe günü ağır ceza mahkemesinde görülen davada ise kurumun avukatı Ayten Bademci mağdur çocuğun teyzesinin çocuğun babasından şikayetçi olması üzerine avukatlığını üstlendi. Türk Kadınlar Birliği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği'nin Beykoz'daki şubeleri bu konudan uzak kalmışlarsa eğer, bu durum elbette bu şubelerin ayıbıdır. 

Şu anda tutuklu yargılanan babanın öz kızına yaptıkları ise "Büyüklere karşı gelinmez. Anne ve baba kutsaldır." gibi her zaman geçerliliği olmayan sözleri tekrarlayanlara karşı ders niteliğindedir. Öyle ya, baba eşinin ölüm hıncını kızın anlattıklarına göre kızından almaktadır. Kızına kendisiyle bekaretini bozmadan ilişkiye girebileceğinden bahsetmiştir. Bunun için boğazına bıçak dahi dayamıştır. Kızı kendisiyle ilişkiye girmediği takdirde masa üstüne koyduğu fare zehrini kızına yedirmekle tehdit etmiştir. Yine, bu rezil baba kızının kendisine caiz olduğunu din hocalarına sorarak öğrendiğini din korkusuyla yetiştirdiği kızına karşı söylemiştir ki, bu da taciz olayındaki din kaynağını açığa çıkarmaktadır. İşte, olası din devletinin ve yaratacağı toplumun vatandaşına layık gördüğü bu baba tipindeki potansiyel suçlulardır. Açık ki, şu yersizce aile ve din yücelten anlayış insanlığın başındaki en büyük belalardan biridir. Baksanıza, öz kızına "Sen benim karımsın!" diyen birinden bahsediyoruz. Buyurun size kutsal Müslüman baba ve bu baba ile birlikte belki de kendi itibarını korumak ve aldatma suçunu örtbas etmek için kasten ya da şanssız bir şekilde kurşunun hedefi olan namuslu kutsal bir anne! Yalnızca bu olay bile toplumdaki erkek egemenliğini değil, aklı referans alarak din ve dünya işlerini ayrı tutan laikliğin toplumsal hayattaki hakimiyetinin önemini ve değerini açığa çıkarmaktadır, çünkü namus belasından da beslenen din baskısının insanlar arasında yarattığı sayısız tehlikeye ancak demokratik laik, sosyal hukuk devleti ve laik toplumla dur denilebilir.

Dikkat ederseniz, bu ağır suçları başlatırken ya da aklamaya çalışırken suçlular ve suçlunun tarafında olanlar İslam dinini bir şekilde referans alır. Bir de kendi namus anlayışlarını tabii! Bu da yetmez, İslam dinine bağlı olduğunu iddia edenler veya kendilerini siyasal İslamcılara yakın görenler bu olaylar karşısında çoğu zaman tepkisiz kalır. Bu tipler bu tür olayları din korkusu ya da din sömürüsü eşliğinde normal karşılar ve aile içi işlere karışılmaz mantığı ile ahlaksızca susar. Cinsel taciz ve tecavüzler karşısında tepkisiz kalan yığınlar lafa gelince komşusu açken tok yatmaz ama konu komşular arası ve aile içi cinsel saldırı ile tecavüz ya da aldatma olduğunda bırakın şikayet ve tek bir kelime etmeyi, en fazla olayın seyrine bakar. Tüm bunların nedeni bellidir, sonu cinselliğe çıkan namus belası denen o illet çevresindeki akılları esir almış ve korkutmuştur. Hatta, olayların gizemi gerici toplumdaki tiplere dedikodu eşliğinde keyif bile verir. İşte, Beykoz'daki bu ucuz cinayet ve olayın ardından yaşanan mide bulandırıcı cinsel saldırı gerici topluma güzel bir örnektir. Toplumun hizmetinden ve güvenliğinden sorumlu olanlar, yani adında aile olan bakanlıktan tutun da kaymakamından belediye başkanına, hatta meclis üyelerinden muhtarına kadar herkes 17 yaşındaki o annesiz kızın ve kardeşinin güvenle yaşamasını ve geleceğe umutla bakmasını sağlamak zorunda olduğu için görevdedir. Yani sıraladığım bu öznelerin her biri Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği kadar etkin olmalıdır ama görünen o ki, bu özneler 40 yaşında ölen annesinden ve cinsel saldırı suçu işleyen babasından çok daha aydın olan bu gençle tıpkı İstanbul Sözleşmesi gibi pek de ilgili değildir.