Bilal Erdoğan'ın TSK'nın Afşin Harekatı sırasında çekilen fotoğrafı, siyasetle içli dışlı olan pek çok kişi tarafından "Oğul Erdoğan'ın siyasete hazırlığı" şeklinde yorumlandı. Bunu söyleyen kişiler ise referans olarak Erdal İnönü'yü Aydın Menderes'i ve Fatih Erbakan'ı gösterdi. Ben ise fotoğrafı 'yanlış ve talihsiz bir kare' olarak görmemin yanı sıra Bilal Erdoğan'ın medyada yer alma biçemini gözlemleyerek, Recep Tayyip Erdoğan'ın ardından Ahmet Özal'a daha fazla benzeyen bir yaşamı seçeceğine inandım. Yani siyasetten uzakta ancak ticari ya da STK hayatında yer alıp; babasının isminden dolayı zaman zaman gündeme gelecek bir isim... Ancak referans gösterilen diğer isimler kadar siyasete gireceği hissini pek taşımadığımı da yeniden dile getirmek isterim. Bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise bugün fikri sorulduğunda belki siyasete herkes kadar onun da yakın olmasının 'normal' karşılanması gerektiğini söyleyeceğini ancak hem içinden konuştuğunda ya da Emine Hanımla yalnız kaldığında ebeveyn olarak konuyu ele aldığında, bunu istemeyeceğini tahmin etmekteyim. Siyaset zor iş çünkü... Çok zor bir iş... Kendi yaşadıklarını ve süreci düşündüğünde, oğlunun kendisinin geldiği noktaya kadar ulaşıp ulaşamayacağı konusunda mutlak bir kuşku içine girecektir. Üstelik bu 'adanmışlık' konusunda, kendi içinde biriktirdiklerine Bilal Erdoğan'ın hiçbir zaman ulaşamayacak olduğunu da kabul edecektir.

Peki, Recep Tayyip Erdoğan'ın son aylarda parti içerisinde yaptığı dokunuşları nasıl yorumlamak gerekir? Az önce belirttiğim gibi bence Bilal Erdoğan'ın TSK'nın Karargâhında yer aldığı fotoğraf bir talihsizliktir. Orada Binali Yıldırım'ın olması, Mevlüt Çavuşoğlu'nun Faruk Özlü'nün Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli'nin ya da Başbakan Yardımcıları Bozdağ, Şimşek, Işık, Akdağ'dan birisinin; hatta Erdoğan'ın Damadı Berat Albayrak'ın yer alması 'doğal' karşılanacakken; Bilal Erdoğan'ın olması 'spekülasyona ve tartışmaya açık' bir kareydi. Peki, Afrin Operasyonu ile ilgili bir hareketlilik varken, AK Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci'nin istifası ne anlama gelmekteydi? AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, nasıl bir AK Parti istemekteydi? Ankara ve İstanbul gibi oy sayısı bakımından Türkiye'nin 4'te 1'i edecek iki kentin Belediye Başkanlarının istiası ne anlama gelmekteydi? Yerine gelen isimlerde 'neye dikkat' edilmekteydi?

Kadir Topbaş'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı olarak açıklanmasının bir hafta kadar öncesini hatırlayanınız var mı? Neydi o sıradaki tahminler? Büyük olasılıkla AK Parti Adayının Tuzla'ya ve Pendik'e büyük katkılar vermiş olan 'efsane' Belediye Başkanları İdris Güllüce ya da Erol Kaya'ydı değil mi? Her ikisi için de şansların 'yüzde 50-50' olduğu söyleniyordu. Hatta hatırlarsınız; Kadir Topbaş'ın açıklanmasının ardından, bunu kendisinin bile beklemediği konuşulmuştu. Ancak Belediye Başkanı olduktan sonra Sayın Topbaş, beklenenin de üstünde bir pozitif algı yarattı: AK Partili olmayanların bile takdirini kazandığı; onlardan oy aldığı söylendi. Yine Ankara'da da AK Parti dışında Melih Gökçek isminin seçilmesinde büyük etken olduğu dile getirildi. Öyle ki, Melih Gökçek'in isminin, başka partide olsaydı da kendisini benzer oy rakamlarına ulaştıracağı söylenmişti. Ne oldu da Kadir Topbaş ve Melih Gökçek gibi iki isim bir anda istifa etti? Ne oldu da Kadir Topbaş yerine getirilen kişi, hemen her basın açıklamasında, dikkat çekecek bir şekilde "Recep Tayyip Erdoğan" ismini zikretmeye başladı?

Şimdi bu noktada şuna dikkat çekmek isterim: Bilimsel olarak araştırıldığında, AK Parti'nin başarısda Recep Tayyip Erdoğan isminin etkisinin olmadığı gibi bir sonuç çıkabilir mi? Mümkün mü böyle bir şey? Kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan ismi, AK Parti'nin başarısında 1 numaralı isimdi. Peki, bu durum yine bilimsel olarak, 'normal' karşılanacak bir sonuç muydu? Yeni kurulmuş ve tüm tahminleri yerle bir etmiş; bitmek tükenmek bilmeyen bir başarının mimarı bir parti; tüm beklentilerini bir kişiye dayamış olması, gelecek adına umutları taze tutabilir miydi?

Elbette hayır... Aslında AK Parti içerisinde bu gerçekliği daha önce Bülent Arınç da Abdullah Gül de farkedebilmişti. Ancak önce Bülent Arınç, bu durumu farkettiğini yüksek sesle söyleyip; daha sonra tespitin de kaymağını yemek isteyince, Recep Tayyip Erdoğan kendisine 'dur' dedi. Belki Erdoğan'ın kendisi de bu durumun farkındaydı ve rahatsızdı; yine Casinomaxi de bunun çözümü kesinlikle bu değildi. Sanki Recep Tayyip Erdoğan, "Tamam bu konuda bana bir çözümle gelin ancak beklentisiz bir çözüm yolu olsun. Bunun yolu benim adımı zayıflatmaktan ve başka isimleri bana yaklaştırmaktan geçmemeli" demekteydi. Abdullah Gül ise daha farklı bir yöntem belirledi ancak gündemden uzaklaştıkça, "Gözden uzak olan gönülden ırak olur" atasözünün doğruluğunu ortaya çıkaracak 'derin bir sessizliğe' gömüldü: Kamuoyuna çok nadir ve kısa cümlelerle çıktı; isminin etkisi zayıfladı.

Recep Tayyip Erdoğan bence artık yavaş yavaş kendisinden sonraki AK Parti'nin inşası için start verdi. Bu sırada yukarıda anlattığım gibi kendisi de 'isminin partiye en büyük dayanak' olmasından rahatsızdı; ancak gerek Türkiye'de zamanın ekonomi ve uluslararası siyaset anlamında 'hareketli' yapısı; gerekse çözüm önerisi ile gelen kişilerin bu işi 'beklenti' ile yapması işi biraz ağırdan almasını gerektirdi.

AK Parti'de bazı işler 'ağır' ilerlemeye başladı. Önceden bu konuda 'daha dinamik' bir hareketlilik gözlenmekteydi. Örneğin, meşhur Kemal Unakıtan dedikoduları zamanında, Unakıtan'ın görevden alınma süreci çok net ve hızlı işledi. Yine vatandaşa "Takla at da görelim" diyen dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in gideceğini 3-5 kişi değil; herkes söylüyordu. Ancak 17/25 Aralık sürecinde Bakanların görevden alınmaları 'çok hızlı' ilerlemedi. Üstelik, görevden alınıp alınmayacaklarına yönelik 'net' beklenti de yoktu. Kadir Topbaş ve Melih Gökçek için de aynı 'kararsızlık' hâkimdi. Öyle ki, toplumda "Melih Gökçek gitmez arkadaş! Mümkün değil!" diyen kişiler, en az gideceğini iddia edenler kadar 'sözü dinlenilesi' kişiler haline geldi. Hatırlayın; Melih Gökçek'in istifa etmediği her gün, Recep Tayyip Erdoğan'ı karşılamaya gittiği her gün, aslında istifa etmeyeceği yönündeki beklentileri daha da artırdı. "Melih Gökçek istifa etti" şeklinde haberleri bile azımsanmayacak bir kitle, "Yalan haberdir! Gökçek gitmez!" şeklinde değerlendirdi. Tabi şu arada da olan bizim Beykoz Belediye Başkan Yardımcısı Muharrem Kaşıtoğlu'na oldu. Kaşıtoğlu da gitti; "Gitmez" denen Gökçek de gitti.

AK Parti İstanbul İl Başkanı Selim Temurci neden istifa etti? Önce şunu söyleyeyim: Öyle bu istifa için "Yahu biz demiştik" diyenler, sanırım 3 ay önce aslında istifa ettiğini ancak 'zamanı değil' denilerek istifanın geri çevrildiğini unuttular. Belki de unutulmasını 'fırsata' çevirmek istediler. Siyasetin 'bir nimetten' çok 'bir külfet' olduğunu bilen ve buna rağmen, bir şeyler için mücadele eden insanlar, nedense toplumda ya 'hor' görülüyor ya da 'yok' sayılıyor. Kadir Topbaş gibi bir ismin siyasete neden ihtiyacı olsun? Aynı şekilde Yücel Çelikbilek'in Selim Temurci'nin Melih Gökçek'in... Hatta bizim Hanefi Dilmaç, neden siyasete ihtiyaç duysun? Bu kişiler, siyasetin nimetlerine ya maddi olarak zaten ihtiyacı olmayan insanlar ya da prensip gereği 'siyasetin nimetine' tamah etmeyecek kadar maneviyatı güçlü insanlar... Hep diyorlar ya, "Neden bu kadar Yücel Çelikbilek'i övüyorsun?" diye... E, çünkü görebiliyorum. Siyasi hayatı yarın gece bitsin Sayın Çelikbilek'in ertesi gün yine aynı Çelikbilek olacak. Yine gider; ihtiyacı olana elinden geleni yapar. Elindekini dağıtır; Ayşe Çelikbilek yine sessiz sedasız yardımlar yapar. Selim Temurci, yine bir görev verilse gider; yapar. Melih Gökçek ya da Hanefi Dilmaç ise yaşadıklarını sorun bile etmez. Bu isimlerin etrafındaki kişiler için sorun vardır sadece... Yani bu kişilerden dolaylı ya da direkt yararlanan birileri varsa, o kişiler için cehenneme döner hayat... Yoksa bu isimleri siyaset bir yere getirmemiştir ki... Bu kişiler zaten bir yerdedir; siyaset belki 'daha geniş bir alana' taşımıştır; hepsi bu...



Mustafa Gürkan için de aynı şey geçerlidir. AK Parti'nin Beykoz İlçe Başkanı, siyasi hayata atılmasının ertesi senesi İlçe Başkanı olmuş bir isim değildir. Bu işe yıllarını vermiş bir kişidir. Yıllarca gençlik kollarında çalışmış, teşkilatta ve teşkilat ile birlikte yükselmiş bir isimdir. Yarın görevden alınsa ne olur, alınmasa ne olur? Tanıdığımız kadarıyla kendisi 'akademi' görmüş bir isimdir. Siyasette olmasa STK'da ya da başka alanlarda da zaten kendisini gösterebilecektir. Yani Mustafa Gürkan'a saygı göstermek için ille de AK Parti'nin İlçe Başkanı olmasını beklemek gerekmemektedir. Siyasette harcadığı süreyi, hayatın başka bir alanında kullansa, yine başarılı olacak; ekibiyle başarıya ulaşabilecek nitelikte bir kişidir. Onun da siyaseti bırakması, yalnızca etrafında bundan dolayı nemalanan insanların işine gelecektir.

Bu noktada eğer başa dönersek, Recep Tayyip Erdoğan'ın bir 'arayışta' olduğu çok açık bir şekilde gözlenmektedir. Ancak bu arayışta, kamuoyuna yansıyanın da 'kriter' olarak "En çok Erdoğan diye bağırmanın" önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gidiş ise "Erdoğansız AK Parti" ya da "Erdoğan Sonrası AK Parti" konusunda kafa yoran parti içi toplum mühendislerini tedirgin etmektedir. AK Parti içindeki toplum mühendisleri ve parti stratejisi ilgilileri, Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat kendisiyle bir savaş halinde değillerdir. Bu kişiler, "Erdoğan algısını" ölçümlemeye çalışmakta ve gelecekte de partinin devamlılığı için bunu kullanmak isteyen kişilerdir. Beklentisi ya da çıkarı olanları bir kenara, bu kişilerin sosyolojik ya da bilimsel açıdan bakanları; AK Parti'nin Türkiye'ye yön vermesi konusunda son 15 yıllık süreçte yakaladığı ivmeyi ve ortaya çıkan enerjiyi daha da fazla kullanmak istemektedir. Bunu, Erdoğan isminin de ötesine geçirmeye gayret etmektedir. Recep Tayyip Erdoğan'ın ise fotoğrafın tamamına tam da bu nedenle daha yakından bakması gerekmektedir. Bu fotoğtafın tamamına bakması ise hem verdiği kararları daha iyi analiz etmesine hem de gelecekte vereceği kararları da 2 kez 3 kez daha gözden geçirmesi anlamına gelecektir.

AK Parti'de siyaset yapan ve özellikle teşkilatta başta yer alan kişilerin ise 'kişisel gelişim' konusunda daha istekli davranması gerekmektedir. Tıpkı mankenliğe profesyonel bakan kişilerin utanmadan-sıkılmadan, kafalarının üzerine koydukları kitabı düşürmeden evin içinde dolandıkları gibi hiç ayıplanma tehlikesini düşünmeden; duruş ve kendini ifade konularında profesyonel yardım istemeleri gerekmektedir. Memlekette "Dış görünüşten ziyade ruh güzelliğinin ön planda olduğu" sürekli vurgulansa da popüler karakter Recep İvedik'in deyişiyle "Ruhlar aleminde yaşanmadığının" da kavranması gerekmektedir. Şu halde de tüm iyi niyeti ve nitelikli vasıfları kuşku götürmeyen Selim Temurci'nin bir türlü "Budur işte be!" denilecek duruşu 3 yılda gösterememesi; Kadir Topbaş'ın yerine gelen Mevlüt Uysal'ın da makamındaki 'zayıf' görünümü; parti içindeki tatmini bir türlü yüzde 100 noktasına getirememektedir. Benzer durum Mustafa Gürkan için de geçerlidir.

Retoriğin iyi ve doğru bir şekilde kullanılmasının en canlı ve yakın örneği Recep Tayyip Erdoğan iken, partisindeki kişilerin bu fotoğrafa örnek alarak bakmıyor olmaması anlaşılır iş değildir. Diğer yandan da Recep Tayyip Erdoğan'ın isminin yer almadığı bir AK Parti'nin de başarılı olması için somut adımlar atmaması, en çok partisindeki toplum mühendislerini endişelendirmektedir. Ancak yine de son olarak şunu söylemek gerekir: AK Parti içindeki bazı isimlerin siyasette olması hem AK Parti hem de yöneticilik yaptıkları yerler için büyük bir şanstır. Onların kayıplarının etkileri ise zaman geçtikçe daha net anlaşılacaktır.
Editör: TE Bilisim