Boğazın incisi, huzurun merkezi Beykoz’da bir Orhan Veli, birde ben naçizane.

İkimiz de aynı semtin çocuklarıyız, dönem farkıyla. Yalıköy eşrafından kim kaldı kalemini denize karşı böyle hunharca savuran, yaşadığı semtin kaldırımlarına kadar şiirleşen, hayat denen dehlizin sonsuzunu yazan… Sen Beykoz’un en ince, en güzel detayısın!

O zaman bu yazı da senin, beni döke saça yere seren o muazzam dörtlüklerinle başlasın;

“Ağlasam sesimi duyar mısınız, 
Mısralarımda; 
Dokunabilir misiniz, 
Gözyaşlarıma, ellerinizle? 

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, 
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu 
Bu derde düşmeden önce. 

Bir yer var, biliyorum; 
Her şeyi söylemek mümkün; 
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; 
Anlatamıyorum”

Tam 104 yaşında, 13 Nisan’da doğum günüydü üstelik…

Ne güzel tesadüfsün sen, her gün hayallerimi başıma çalıp yürüdüğüm sokakta nefes alışlarını duyuyorum, başında dalgalanan sevdaların yüreğine akan seslerini dinliyorum.

Ben de kapattım gözlerimi seni dinliyorum Orhan Veli.

Orhan Veli Kanık diye herkes bilir de herkes tanımaz onu, döneminin en enteresan en modern adamlarından biridir. Yalıköy Baharatçı sokakta olan evini Beykoz’da yaşayıp bilmeyen yoktur eminim, varsa da bilmeli diye düşünüyorum.

Asıl mesele kimin bilip bilmediği değil de yaşadığı sokaktan geçiyor olmak, onun baktığı yerlere bakıyor olmak, onunla aynı yerde durup belki de aynı şeyleri düşünmüş olma ihtimalimiz. Denize karşı iç geçirip kafamızdan geçen binlerce kelimeyi yakalayıp şiirleştirmemiz, yüksek ihtimallerde buluşuyor gibiyiz.

Yaşadığım semtin, yürüdüğüm sokaklarında kimlerin ayak izlerinin üzerindeyim, kimlerle aynı gökyüzünü paylaşmışım kafamı her göğe kaldırdığımda, kimlerle aynı manzaraya dalıp aynı şarkıyı mırıldanmışım, beni heyecanlandıran bana ruh katan yegâneler de sanırım bunlar.

Mesela Orhan Veli 1 yaşında kurbağadan korkup, 9 yaşında okumayı öğrenmiş 10 yaşında yazmaya başlamış. 17 yaşında bara gitmeye başlamış 18’ inde film izle rakıya. 19’ undan sonra avarelik evresi olmuş 20’ sinden sonra ise para kazanıp sefalet çekmeyi öğrenmiş. Çok aşık olup hiç evlenmemiş, bunları da askerde hayat hikayesi olarak özetlemiş, enteresan adam demiştim size.

Öyle değişik, öyle duyarlı, öyle sınırsız, öyle sanatsever bir adam ki Orhan Veli, yaşadığı dönemde edebiyatta şiir yazmanın bir takım kurallarına meydan okuyarak kendine özgü tavrını şiirlerine uyarlamış ve serbest bir biçimde insanlara seslenmiştir. Onun için şiir kalıpları, kuralları olan süslü kelimelerden ibaret değildi; Onun için şiir hissettiklerini aktarabilmek, dertleşir gibi dökebilmekti. Elbette meyve veren ağaç taşlanır. Dönemin önemli edebiyatçıları tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu, fakat kaçırdıkları bir detay vardı o da Marmara Denizi ile Karadeniz’in ortasında yetişmiş bir Beykozlu olduğuydu.

Ayrıcalıkları vardı, yahu bu adam çılgındı!

Dünyaca ünlü yazarların önemli eserlerinin çevirilerini yapmış, fakat aralarında benim en çok dikkatimi çeken iki isim, La Fontaine ve Nasrettin Hoca, evet evet doğru okudunuz! La Fontaine ve Nasrettin Hoca’nın öykülerini, masallarını şiir formatına dönüştürmüş. Ee… Sanatçı ailenin sanatçı çocuğu sonuçta normal. Bir de bu Orhan Veli tam donanımlı bir adam, İngilizce, Fransızca, Rusça ve Yunanca’ya çevirmiş bazı eserlerini bu değerli zatların. Gel de hayran olma, gel de dinleme şimdi gözlerin kapalı Orhan Veli şiirlerini, bir de aç yanına bol buzlu soğuk bir ayran! Oh mis

Derken tam yalıçapkını bizim Orhan Veli, bizim diyorum çünkü aynı mahallenin çocuklarıyız sahiplenirim, tam aşk adamı, yalnız bana kalırsa hayatı boyunca şiirlerindeki “O” kadını aramış.

Tam bir meziyetti onunla karşılaşmak derken karşılaştı Meziyet Hanımla fakat sabahlara değin süren kanyaklı sohbetlerin dışına çıkamamış ve aşk mektubunda yarım kalmış bizim Orhan Veli’nin ilanı aşkı, 14 Kasım 1950’de yattığı uykudan kalkamamış, sebebi ise bir belediye çukuru!

Ha… bir de giderken şiirleriyle beraber, kavuşulamamış bir aşk bırakmış ardında bizim Orhan Veli.

Biz Orhan Velinin dilinden ruhuna hitaben varoluşuna saygı ile;

Bekliyorum 
Öyle bir havada gel ki, 
vazgeçmek mümkün olmasın! Diyelim.

İyi ki doğdun Beykoz’un romantik adamı, toprağına karışmış olmak, sokaklarına ait olmak, senden çok sen olmak gibi anlamak seni.

Senden kalanına sahip çıkma arzumla, aynı yerlerde buluşup aşık olduğumuz şehre dökerek duygularımızı aynı kalemde şiirleşmek ümidine, hoşçakal… Ben ölüme inanmam, ruhlardır asıl olan. Sonuçta bir Orhan Veli geçti büyüdüğüm sokaklardan… Bir Orhan Veli geçti Beykoz’dan.
Editör: TE Bilisim